28 Nisan 2017 Cuma

Gidengelmez Dağlarından Akdeniz'e

Kafamın dağınık olduğu günlerdi. Geçen yaz, hayalini kurduğum her şeyi kaybettikten sonra, biraz moral bulmak adına yola çıkmalıydım. Şener abinin Toroslar’da birkaç gün gezme fikrini duyunca kendisine katılmak ve kendimi en güvenli liman olan yollara bırakmak istemiştim. Rotamızı perşembe günü Beşkonak Köprülü Kanyon'da yapılacak olan Hamok kampına göre ayarladık ve çok da irdelemeden rotayı, gidişatına bıraktık.
                                      
P.tesi sabah ışımadan yüklenmiş ve beni bekleyen yoldaşım Kara Kedimle Eğirdir'e doğru yola çıktık.
Sabahtan akşama kat edilen 780 km den sonra deliksiz bir uyku çekmişim. Sabah çadırlarımızı toplayıp, kahvaltımızı edip yola düşüyoruz.


Benzincide son kontroller ve yakıt ikmali sonrası, ver elini Toroslar. Dağlardan geçen yolları kullanarak Beyşehir Gölüne ineceğiz, ordan da ver elini Bozkır. Kampı nereye kurarız bilmiyoruz. Yol nereye götürürse artık.














İlk mola. Şener abi daha baştan mest oldu. Sık sık durup fotoğraf çekiyor. Zaten Toroslarda yaşayan ve dağlardan inmeyen ben için alışık manzaralar ama İstanbul'dan gelen ve yıl içinde betondan başka bir şey görmeyen, tatilden tatile yeşil doğaya erişen biri için manzara müthiş olmalı.












Aksu beldesindeyiz. Burdan Kızıldağ Milli Parkına doğru tırmanıp oradan Beyşehir Gölüne inmek hedefimiz.

Yükseldikçe manzara güzelleşiyor, orman içi bir mola veriyoruz. Rüzgarın sesini ve Torosların hoşgeldin serinliğini içimize çekiyoruz.






 

Milli Parklar tabelasının önünde bir köpekçik karşılıyor bizi. Köye epey uzaktayız, sanırım bu yavrucak da gezmeye çıkmış.















Kendisi ile epey oyunlar edip, aç olan karnını doyurup, suyumuzu paylaşıyoruz. Şener abinin kamp akşamı tatlı niyetine aldığı lokumlar bize ve ufak köpekçiğe Torosların başında ziyafet oluyor. Buralara bayıldım. Yollar bolca virajlı dağ yolları. Ama daha güzeli, tabiat harika, yemyeşil, masmavi ve mis gibi kekik, çam kokuları arasında sürüyoruz. Kaskın camını kapatana aşkolsun.










Şener Abinin eli hep havada. Gezi boyunca havadaydı. Şöyle diyordu sanırım; "Vayyy anaaammm vaayyyyy!!!" ya da ben kibarca yazdım, o daha farklı şeyler diyordu :):)












Güzel ve bol fotoğraflı bir sürüşün ardından Yenişerbademli, Kurucaova tarafına geçiyoruz.












Beyşehir Gölü bizi tüm renkleri ile karşıladı. Gölün çevresinde dolanaraktan Yeşildağ tarafına ulaşıp ordan Huğlu'ya varacağız. Orada mola verip kamp yeri ve rotayı konuşacağız.










Gölün çevresinden dolanan virajlı dar yol harika. Başka bir ülkede gibiyim. Bu güzellikleri görmeden yurt dışına gitmeyi pek anlamlandıramıyorum. Ülkemi, Anadoluyu karış karış gezmeden yurt dışına çıkmayı pek düşünmüyorum. En azından henüz Karadeniz'e hiç gitmemiş biri olarak bunu söyleyebilirim :)









Yağmur çökecek, gün boyu arkamızdaydı, bu sefer tam içine gidiyoruz. Fırtına olmadıkça mühim değil, yağmur da ayrı bir keyif sonuçta. Ama öyle bir indi ki yağmur, keyif meyif boşver, ilk bulduğumuz çatı altına girelim dedik.









Şener Abi Huğlu'daki silah fabrikalarından birine giriverdi. Abi yapma bizi buradan kovarlar, zaten ortalık karışık, darbe marbe terör gırla. Silah fabrikasına sokmazlar bizi derken girdi bile. Girişte yaşlıca bir beyfendi arabası ile çıkarken bizi gördü, bekleyin dedi. Oğlunu aradı ve oğluna bizi göstererek bu arkadaşların motorlarını garaja al, kendilerini ağırla, yemek yiyin, yağmur dinene kadar da bırakma sakın dedi ve işi olduğu için fabrikadan ayrıldı. Meğerse sahibiymiş, oğlu da fabrikada çalışan mühendislerden. Ailecek de motosiklet tutkunuylarmış. Nasıl bir kısmetse bizimki de :)


















İrfan bize fabrikayı gezdirdi ve dünyaca ünlü Huğlu Av tüfeklerini tanıttı. Az önce yağmurdan kaçan ıslanmış yavru kediler gibi fabrikanın girişine sığınan bu iki gezgin şimdi fabrikayı inceleyen iki belgeselci gibi keyifle dolaşıyorduk. Üstüne de fabrikadaki işçilerle beraber yemeğimizi yedik. Ne yorgunluk kaldı ne kırıklık. Tüm enerjimiz yerine geldi, sanki yeni yola çıkmış gibi yenilendik.










İrfan tüm Huğlu'nun bir motosiklet tutkunu şehir olduğunu anlattı bize. Dünyaca ünlü av tüfeklerinin yapıldığı bu küçük yerde neredeyse herkes motosiklet binicisi ve hastası. Güzel bir kulüpleri var. Bize meydanda bir kahvede çay içmemizi önerdi ve sahibinin de bir motorcu olduğunu bizi ağırlayacağını iletti. Kahvenin sahibi Mehmet Yayla, bizi yolda karşıladı. Esnaf ve civardaki motorcular hemen toplandılar, masa kuruldu, çaylar geldi. Muhabbet, atıştıran yağmur eşliğinde demlendi. Yaptıkları gezilerden bahsettiler, epey keyifli gezileri oluyormuş, bir gün birine dahil olacağıma söz verdim. Sonra bize nefis bir rota önerdiler.









Yağmur geçecek gibi değil, benim ekipmanım yetersiz, hemen poşetlediler botları, rotayı da sıkı sıkıya tembihleyip, uzaklardan gelen dostlarını yolcu ettiler semtlerinden. Hepsinin gözünün içi gülüyordu, sanki yıllardır bekledikleri dostları gelmiş gibi karşıladılar ve uğurladılar. İyi ki Toroslardayız, iyi ki yörük elindeyiz dedim.

















Hedefimiz Gidengelmez Dağları. Çok güzel bir rota var önümüzde. Bu dağları hep belgesellerde izlerdim, gerçekten yaman ve bir çok dağcıya mezar olmuş bir coğrafya. Şener abi ile yağmurun dinmesini bekleyelim, sisli puslu havada hiç bir şey görmeden geçmeyelim dedik. Bir müddet benzincide bekledikten sonra, dayanamayıp dağa doğru sarmaya başladık. Kısmet artık, akşama kadar ne kadar yol alırsak o kadar gidecek ve aklımıza esen yerde konaklayacaktık. Amacımız yolda olmaktı, beklemenin alemi yoktu.














Ve zirveye ulaştık, dağ yolunun yarısını geçtik sayılır. İnanılmaz ürkütücü bir doğa var. Sarp kayalık ve çok çetrefilli bir yapısı var kayaların. Yağmur yağıyor, arkamızdan gelen karabulutlar fırtınanın da habercisi. Gidengelmez ismi ürkütücü olsa da biz çok mutluyuz o an o atmosferde dağın içinden geçiyor olmaktan.














Hava biraz açtı gibi. Bulutlar sanki izin verdi, hadi manzaranın keyfini çıkarın der gibi. Mola veriyoruz çeşme ve türbe olan yerde. Yorulduk, hala aynı paketteki lokumlardan var, atıyoruz ağzımıza, kamp gecesi tatlı niyetine alındılar ama Torosları dolaşıyorlar bizimle :)











Aşağılarda bir tepenin üstüne konumlu çoban kulübeleri, taş evler görüyorum. Baharda ne güzel olur buralar kesin kamp yapmamız lazım diyorum. Şener abi bu kadar ıssız ve vahşi coğrafyada kampa ancak Fuat'la Sertaç gelir demez mi, gülüşüyoruz. Sonra ben abi akşam oluyor istersen kampı buraya atalım, aşağı indikten sonra yer bulamayabiliriz, burası iyi gibi diyorum. Şener abi gülmeyi kesiyor, hadi yolumuz uzun motoru çalıştır diyor :):)












Aslında geçtiğimiz yolların asfaltı çok kötü, hatta bazı yerlerde asfalt bile yoktu. Bizim motorlara uygun yollar değildi ama güzel yerler görmek istiyorsan biraz ana yoldan çıkman gerekiyor.














Nefis virajlar dönüp, etrafı yüksek dağlarla çevrili ovaya iniyoruz. İnsanın dağdan hiç ayrılası gelmiyor, ama mecbur geçmemiz gereken bir kaç şehir var. Bozkır'a girer girmez yağmur ve rüzgar başladı. Kampın tehlikeli olacağına karar verdik ve kendimizi atacak bir pansiyon arayışına girdik. Bu sırada bir araba bize yanaşıp kenara çekmemizi söyledi. Sizinle konuşalım gibisinden bir şeyler dedi içindeki beyfendi. Ben tam anlamadım olayı, Şener abi de bir şeyler dedi ve durduk. Bozkır'ın en temiz pansiyonunun önüne çekmişiz motorları. Arabadan inen beyfendi de Ahmet Bey. Kendisi de bir motosiklet sevdalısı, bizim yabancı olduğumuzu ve yer aradığımız anlamış ondan durdurmuş. Otel sahibi arkadaşı, güzel bir fiyattan yerleştik. Sonra bizi yine motorcu olan hatta PTT dağıtıcısı olan genç arkadaşı Ümit ile birlikte yemeğe götürdüler. Biz yine şaşkın ve mutlu şekilde, yağmurdan kaçarken dosta tutulmuşuz, haberimiz yok. Her girdiğimiz köyde, şehirde motorcular ağırlıyor bizi, yardımımıza koşuyor. Çok mutlu oluyoruz tabi böyle sahiplenince. Hepsini Hatay'a davet ettim. Artık Hatay'da bir kapıları var, bizi yolda yakalayan, ağırlayan bu güzel insanlar sayesinde iki teker sevdalısı insanların birbirine ne kadar içten bağlı olduğunu bir kez daha anladım. Araba ile dolaşan, otobüs ile dolaşan, gezi turlarına katılanların neler kaybettiğini bizzat bu yolculukta yaşadım.


Sabaha kadar rüzgar, fırtına, yağmur durmadı. Bir ara aşağı inip motorları kontrol etmeyi düşündüm, penceremin önündeki ağaç neredeyse yere iniyordu rüzgardan. Ama o kadar yorulmuşum ki yataktan kalkamadım bile. Sabah olunca Ümit bizi yolcu etmeye gelmiş dağıtım motoru ile. Emmoğlum Fatih Kara'ya gönderme olsun diye yan çantalı sarı CBF ile biraz turladım, fotoğraf çektirdim. PTT dağıtıcılığı hiç de fena gelmedi, motor üstünde bir hayata hayır demezdim valla :)









Rotamız Bozkır'dan Taşkent'e. Sonra Başyayla'dan geçip, Ermenek üzeri Abanoz Yaylası yoluna girmek. Rakım yükseliyor yine.













Zevkli bir sabah sürüşü ile, bol bol fotoğraf çekerek (molalardaki fotolar Şener abide, ben genelde yoldayken çektim) Taşkent'e varıyoruz. Meşhur çeşmesinden su içiyoruz, içelim ki bir daha gelelim.
















Ufak bir çay molasından sonra Taşkent'ten ayrıldık. Dedemli tarafına gidiyoruz. Yol çalışması var. Bu gezide epey bozuk yoldan geçtik. Mıcırda sürme korkumu da yendim, şimdi ayağa kalkıp büyük endurocular gibi, gazı açıyorum korkusuzca :)











Acelemiz yok, sindire sindire, fotoğraf çeke çeke, görerek ve hissederek geziyoruz. Şener abi de tam benim gibi, altında 1000lik makine var ama yavaş gezmeyi seviyor. Kendimizi Orta Asya'da gibi hissettiğimiz bir coğrafyadayız. Renkler keskin, ufuk çizgisi çok uzaklarda...








  



Başyayla virajları harikaydı. Doyamıyoruz bir kez daha dönüyoruz virajları, hatta utanmasam bir kez daha inip çıkacaktım :)












Başyayla'ya bayıldım. Havası, suyu, insanları...














Mola veriyoruz. Bir şeyler atıştırıp yöre insanı ile çay içiyoruz.










Ermenek Barajı göründü.















Ermenek'te benzin ikmalinden sonra devam ediyoruz. Hedefimiz Abanoz Yaylası. Sonrasında Anamura ineceğiz. Yani Torosları aşıp Akdenize ulaşacağız.












Yine güzel virajlı bir yoldan, yayla dağ yollarına doğru sarıyoruz.










Şener abinin yine eli havada. Gezi boyu inmedi o el :)
















Abanoz yolu ve Akdenize inen dağ yolu bence efsane güzellikte. Daha önce yanlışlıkla girmiştim, arabayla ama. Motosikletle de buralardan geçeceğim diye söz vermiştim kendime. En sonunda Abanoz Yaylasındayız. Daha önce burada büyük bir motosiklet kampı yapmıştık.











Daha önce arabayla geçerken oturup dinlendiğimiz çardağı sökmüşler. Bu ağacın altında idi çardak. Benim bir çok ağaç arkadaşım var, kendilerini ara sıra ziyaret ederim. Torosların başındaki bu güzel ağaç da onlardan biri. Tekrar önünden geçmek kısmet oldu, yol boyunca sayıkladığım ağacımın altında bir süre mola verdik. Şener abinin Bozkır'da aldığı baklavalar, aynı lokumlar gibi Toroslarda bir süre gezdi ve bu molamızda bize enerji kaynağı oldu.
















Ben önden biraz koptum ve Şener abinin bir kaç fotosunu çekmek için pusuda bekliyorum.










Tüm yol boyunca keçilerle ve çobanlarıyla selamlaştım.






Anlatılmaz yaşanır. Müthiş virajlar dönerek Akdeniz'e kadar kıvrıldık.














Anamur'da ufak bir molanın ardından Alanya'ya doğru yol aldık. Artık Akdeniz'e inmiş bulunuyoruz.












Eğirdir'den başlayan maceramız 3. günün sonunda Alanya'da son buldu. İç Anadolu ve Akdeniz bölgeleri arasındaki sınır dağlardan bazen Konya, bazen Mersin, bazen Karaman il sınırına girdik çıktık. Ama sonunda Antalya il sınırları içindeyiz. Akşam bizi karşılayan dostlarla beraber ufak bir Alanya turundan sonra, sabah kahvaltımızı yapıp, Hamok'un Köprülü Kanyon'daki büyük buluşmasına gitmek üzere hazırlanıyoruz.
Arkadaştan öte artık ailemden biri gibi olan Alanyalılar ile doya doya vakit geçirdiğim bir hafta oldu. Kampta da epey hasret gidermiş olduk. Ama Orhan abinin mekanına uğrayıp o adaçayından içmeden geçmek olmazdı. Bu benim için bir ritüel artık...







Macera burada sonra ermiyor tabi. Burdan sonra Hamok Köprülü Kanyon kampı var.


1%201_zps9kw3g6c8.jpg

1%202_zps3q8w0ylm.jpg

1%203_zpsfp2dgfk0.jpg

1%204_zpsin3ep6bp.jpg


1%206_zpscrmqj4ul.jpg

1%207_zpsvobozwbd.jpg






1%2013_zpshlzfe9hx.jpg

1%2014_zpsvsa8ljw9.jpg


1%2016_zpsdgezy2hz.jpg

1%2017_zpsqspuri4w.jpg

1%2018_zpsicpodl4i.jpg







1%2025_zps0aurbtjb.jpg

1%2026_zpszx0hwty8.jpg


1%2027_zps2pjk4zhe.jpg


1%2029_zpsz3zwmokw.jpg



1%2032_zpss7yr4qlb.jpg

1%2033_zpsmgcgldhl.jpg


1%2035_zpsjacyymnr.jpg

1%2061_zps0hvqsdjj.jpg


1%2062_zpsxgufl7r8.jpg1%2068_zpsogztv5iy.jpg



1%2071_zpsuqdqi6n7.jpg

1%2074_zps7bgbsclw.jpg
 
1%2077_zpsu380zpbw.jpg

1%2078_zpsjvva8exh.jpg

1%2079_zpslv2tshm6.jpg

1%2081_zps6uvhu4f2.jpg

1%2083_zpsrdfzxqdk.jpg

1%2084_zpszdazgyf8.jpg

1%20100_zpsr2tvxkqd.jpg

1%20117_zpstlshpro8.jpg

1%20118_zpszrjdgnu6.jpg

1%20126_zpsxdtxb1sx.jpg
1%20125_zpsvzoopqul.jpg

1%20127_zpst6qsbfgl.jpg

1%20131_zpsdrz93ewo.jpg




1%20134_zpsv9av9cju.jpg
 
1%20136_zpsxx86xqt6.jpg
 
1%20139_zps9emeygr6.jpg

1%2086_zpsklzgkneb.jpg



Toroslardaki birkaç günümüz böyle geçti. Yol arkadaşım Şener abi ile unutulmaz hatıralar biriktirdik. Yolda çok güzel insanlarla tanışıp, dostlar edindik. Bol bol viraj yaptık, sedir ağaçlarını, çam ağaçlarını, ardıçları seyretmeye doyamadık, biraz ıslandık, epey yorulduk, ama çok eğlendik... Hayatımızın bir haftasını daha mutlu kıldık. Üstadın dediği gibi, atımızı aynı yere bağlamamanın mutluluğunu yaşadık. Darısı bir sonraki maceralara!

Özünüze iyi bakın, selam ile... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder